Dr. Aydın Arı: AKP yardıma muhtaç insanları bırakarak iç talebi canlı tutuyor
Emirhan Durmaz
İZMİR – Beklenen 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimleri geldi ve Türkiye halkları mevcut durum ve değişimin ortasında bir tercih yaptı. Dağılım sonucu net olarak ortaya koymaya yetmese de özellikle büyükşehirlerde ekonomik kaygıların ve alım gücünün azalmasının gündem oluşturduğunu ve bu sorunun cevabının sandıkta arandığını ortaya koydu. Öte yandan olası bir değişim durumunda mevcut enflasyonist eğilimin değişip değişmeyeceği veya olası bir dönüşümün ne kadar süreceği merak konusu. Ekonomist Dr. Aydın Arı ile görüşmeye geldik.
‘KISA VADEDE DÜZELTİLECEK BİR TABLO İLE KARŞILAŞMIYORUZ’
Yapay olarak bastırılan ve seçim sonrasına ertelenmeye çalışılan bir ekonomik dalgalanma var. Seçimlerden sonra eğrinin nereye gideceğini düşünüyorsunuz?
Öncelikle belirtmek gerekir ki kapitalist bir ekonomide yaşıyoruz ve bu devam edecek. Değişiklik olursa sadece uygulayıcıları değiştireceğiz. Ama hem mevcut teşkilatın yapısal sorunları olduğunu hem de yönetimin yapısal sorunları olduğunu söylememiz gerekiyor. Bu nedenle kısa vadede düzelecek bir tablo ile karşı karşıya değiliz. Esas sorun döviz kuru değil, Türkiye’nin kendi ihtiyacını karşılayacak kadar üretememesi ve dolayısıyla gelir ve istihdam yaratamamasıdır. Türkiye ayçiçek yağı, pirinç ve buğday gibi temel tarım ve tüketim mallarını dışarıdan temin ediyor ve ne yazık ki günümüz ekonomisinin temel yapısı bu. Hükümet değişikliği varsayımıyla konuşursak, yeni hükümetin bu geliri ve istihdamı yaratması çok zaman alacaktır. Öte yandan Merkez Bankası’nın politika metinlerini ve öngörülerini doğru ve inandırıcı bulmuyorum. Uzun bir süre sadece verilen talimatların çıktılarını ve amaçlarını ortaya koyarlar. Aynı şekilde TÜİK de sağlıklı veri üretememektedir. Bu nedenle yeni hükümetin daha gerçekçi tespitler yapabilmesi ve gerçekler arasındaki bağlantıları ortaya koyabilmesi gerekiyor. Bunların yanında maliye politikasında yapılabilecek değişiklikleri de küçümsemiyorum. Yani toplum içinde tasarruf etmek bile güzel bir rahatlama sağlayabilir. Çünkü ben bütçenin değerli bir kısmının boşa gittiğini düşünenlerdenim.
‘KOALİSYONUN GÜCÜNDE MALİ KREDİLİLİK ARTIRILABİLİR’
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 300 milyar dolarlık yatırım vaadi hakkında neler söylemek istersiniz?
İmkansız değil, çok büyük bir para değil açıkçası. Bütün kararları tek başına alan bir hükümet var. Yeni bir hükümet kurulursa, bu bir koalisyon hükümeti olacaktır. Birbirine karşı sorumlu bir bakanlar heyeti olacak. Şunu da belirtmeliyim ki ‘demokratikleşme sermayeyi çeker’ gibi görüşleri doğru bulmadım ve bunu söylemek de istemiyorum çünkü tam tersine sermaye en çok diktatör ülkeleri sever. Bununla birlikte, yeniden inşa edilmiş bir parlamenter rejime ve aktif bir parlamenter denetime sahip sağlam bir hükümet, mali güvenilirliğini artırabilir ve kolayca 300 milyar dolara ulaşabilir. Çünkü bir kişinin ne yapacağı belli değil. Öte yandan ‘Yatırım yapacak yabancı bu parayı ne üretimine yatıracak?’ Bu da değerli bir soru. Son olarak bence en değerlisi Türkiye’nin temel girdilerini üretebiliyor olmasıdır.
“AKP açısından düzeltilecek bir şey yok”
İktidar cephesinden yükselen ‘biz bu sorunu çözeceğiz’ telaffuzunu nasıl değerlendiriyorsunuz? AK Parti’nin sınıfsal konumu buna izin veriyor mu?
Başta da belirttiğim gibi kapitalist ekonomi gerçeğinden ve Türkiye’nin liberal dünyaya eklemlenmesinden bahsedecek olursak; 70’lerdeki büyük krizlerin ardından 1980’lerdeki darbe, 24 Ocak Kararları ve Kemal Derviş dönemine kadar Türkiye’nin sermaye birikimi açısından model değiştirmesine olanak tanıyan 20 yıllık bir süreç yaşadık ve AKP’nin sonuna geldik. neredeyse tamamlanmış olan bu poliçe setinden her şey hazırdı. Mütedayyin-laik gerilimi üzerinden muhatap oldukları Müslüman kesimlerin uğradığı haksızlıkları ortadan kaldırarak çalışmalara başladılar. AKP’yi destekleyen ve Anadolu’da büyümeye ihtiyaç duyan bir grup, sermaye kümelerinin hızla büyümesini sağlayacak para politikalarını hayata geçirdi. Onlardan beslenen önemli parçalar vardı. Bu nedenle AKP, bu birikim rejiminin değişimiyle uğraşmak zorunda kalmadan bu değişimin sonuçlarını çok kolay ve yeterli bir şekilde yöneteli 15 yıl oldu. Neoliberal yer, uygun araçları kullanarak, kapitalist sınıf için uygun şekilde çalıştı. Örneğin sendikalar düştü, sınıf hareketleri bastırıldı, grevler önlendi. Bu bağlamda sermayenin talepleri doğrultusunda bir birikim süreci ve politikaları ortaya koyan yıllar geçti. Bu açıdan AKP’nin görevi açısından düzeltilecek bir şey yok biz işimize bakalım diyorlar.
‘İŞÇİ SINIFLARI İÇİN MÜCADELEYİ BÜYÜTMEK GEREKİYOR’
Timsah kapitalizmi olarak tanımladığımız, emekçilerin GSYİH içindeki payının giderek azaldığı, sermayenin payının ise arttığı bir süreç yaşıyoruz. Peki, dağıtım şoku sadece bir güç değişikliği ile çözülebilir mi?
Devlet, ekonomi politikası sorununda gelirin yeniden dağıtılmasının bir aracıdır. Burada elbette mevcut burjuva hükümetlerin değişmesiyle üretim çıkarlarının temeli değişmeyecek, bir kadroda palyatif, telafi edici değişiklikler olacak. Kamu politikaları açısından enflasyonist ortamdan yararlanan bir hükümet var. Hükümetin sosyal yardımları kademeli olarak artırması ve kamu harcamalarını istediği gibi düzenlemesi için fırsatlar doğdu. Halkı sosyal yardıma muhtaç bırakarak iç talebin canlılığını sağladılar. Ancak Cumhur İttifakı’ndan da, Millet İttifakı’ndan da bu muhtaç durumu ortadan kaldıracak herhangi bir atılım ve vaat görmüyoruz. Yaşadığımız süreçte kamu harcamalarını kontrol edecek güçlü bir meclis yok, tek adam rejimi var. Bu bağlamda, bütçenin dağıtımına karar verecek olan meclisin çoğunluğu muhalefetten yana olursa, bir koalisyon sayesinde kontrol mekanizmasının görece daha sağlıklı çalışacağını söyleyebiliriz.
Emekçi sınıflar açısından taleplerin ve çabaların artması gerektiği açıktır. Emek kendisi hakkında daha özgür ve daha iyi konuşabilmelidir. Ses çıkarıldığında sesi bastırmak için uygulanacak engeller de ele alınmalıdır. Elbette işçiler ve ezilenler taleplerini ve sorunlarını dile getirmekten geri kalmadı. Ancak bunun daha yüksek sesle ortaya çıkmasını sağlayacak bir ortamın yaratılması için çalışmak gerekiyor.
‘DİSTOPYA’YA KARŞI BİRLEŞİK MÜCADELE’
Tüm dünyada iklim krizi ve kaynaklar açısından kritik bir nokta ile karşı karşıyayız. Üretimde insan gücüne daha az ihtiyaç duyulan teknoloji çağındayız, dünya nüfusunun daha fazla olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız; Otoriter, cahil, baskıcı ve muhafazakar rejimlerin yükselişe geçtiği bir dönemle karşı karşıyayız. Özetle distopyaya götüren bir süreç var. Herkes talebini yükseltsin ve yerine göre çalışsın. Ancak emek hareketinin uluslararası birliği çok değerlidir. Suriye’de, Yunanistan’da, Ermenistan’daki krizlerden, burnumuzun dibindeki sorunlardan, mücadelelerden farklı değiliz. Bunu görmenin çok değerli ve gerekli olduğunu düşünüyorum.